27 Eylül 2007 Perşembe

Hep pozitif olmak ?

Fransız felsefeciye göre, vücudumuzdan bütün biyolojik

şmanları, mikropları, parazitleri atarsak, nasıl savunma

sistemi bozulan bedende hücreler birbirini kemirmeye başlar

ve kanser tehlikesi doğarsa, ruhta da aynı şey oluyor :

*"Sürekli pozitif olacağım" diye eleştirel öğeleri

benliğinden uzak tutan, negatif duyguları dışlayan her

ruhsal yapı, kendi kendini yiyerek felakete sürükleniyor.

Eleştirel düşünce ise, krizi damıtma yeteneği sayesinde bu

felaketi önlüyor.

5 Eylül 2007 Çarşamba

Balanced Scorecard


Balanced Scorecard (Kurumsal Karne diye çevirenler var), Robert Kaplan ve David Norton tarafından ortaya atılan ve şirketler tarafından ciddi bir sahiplenme ile karşılaşan bir kavram. Şirketlerin misyon ve stratejilerini eyleme dönüştürmek ana hedeftir. Balanced Scorecard, şirketin misyon ve stratejisini dört ana boyutla ifade eder:
1-Finansal
2-Müşteriler
3-Süreçler (Şirket içi yöntemler)
4- Öğrenme ve gelişim
Kaplan ve Norton'un vurguladığı ve benim de şirketlerde tam tersini gördüğüm birşey var: "Balanced Scorecard bir kontrol sistemi olarak değil, iletişim,bilgi ve öğrenim sistemi olarak kullanılmalıdır". Bugün Scorecard uyguladığını iddia eden şirketlere bir de bu gözle bakalım. Scorecard ölçümlemesi gibi anlattıkları değerleri acaba çalışanları, müşterileri, vs. kontrol amaçlı mı yoksa iletişim, bilgi ve öğrenim amaçlı mı kullanıyorlar. Ne dersiniz ?

30 Ağustos 2007 Perşembe

Hergün çırak olmak...


İnsan ustalaşmak için hergün kendini geliştirmeli. Bu bazı mesleklerde çok daha belirgin olarak kendini gösterir. Örneğin, bilişim. Bilişim sektöründe çalışanlar bilir ki hergün ama hergün kendinizi geliştirmezseniz ölürsünüz. Yani ustayken bile hergün çırak olmak zorundasınız. İyi bir usta olabilmek için ise bir çırak gibi hergün kendinizi inceleyip eksikliklerinizi tamamlamaya ve yeniliklerle donanımınızı arttırmaya çalışmalısınız.
İyi bir lider de kendini işe yeni başlamış bir insan gibi görüp bilgisini yeniden elden geçirmek ve arttırmak zorundadır. Yaratıcılık ancak bu şekilde mümkün oloabilir. Çünkü yaratıcılık dediğimiz süreç, geçmişte birey ya da kurum olarak biriktirdiklerimizi bir süzgeçten geçirerek yenilikçi bir bakışla ortaya birşeyler çıkarmak ve yola devam etmektir. Ne dersiniz ? Siz usta mısınız, çırak mı?

29 Ağustos 2007 Çarşamba

Güzel konuşmak için 10 taktik

Forbes dergisi çeşitli şirket ve kuruluşların sözcülerinin güzel konuşma taktiklerini yazdı.

İşte 10 konuşma gurusundan çeşitli taktikler:

Floyd Abrams (Cahill Gordon Hukuk Bürosu avukatı): Çok fazla konuşursanız sıkıcı olursunuz ve tekdüzeliğe düşersiniz. Konuşmanızı sanki iki kişinin arasında geçen diyaloglara benzetin. Böylece jargon derdinden kurtulursunuz.

Ari Fleischer (Eski Beyaz Saray Basın Sekreteri): Konuşmanızı gazetelerin manşetten verdikleri haberlerde kullandıkları dile benzetin. Konuşmanıza ileriye dönük tahminler ekleyin, karşıtlık ilkesini kullanın ama gerçekçi araştırmalarla bunu destekleyin. Eğlendirici olun. Kalabalığa ulaşmak için gerekirse kendinizi aşağılayan anektodlara başvurun. Uzun konuşmayın. 40 dakikadan sonrası sıkar.

Jim Gill (Bryan Cave Hukuk Bürosu avukatı): Mizah her zaman geçerli bir yol. Ama taşı gediğine oturtmalısınız. Pot kırarsanız bir daha toparlamanız çok zor olur.

Erin Gruwell (Özgür Yazarlar Derneği'nin kurucusu): Salonda en çok sıkılmış görüntüsü veren kişiye odaklanın. Bu kişiyi canlandırabilirseniz geri kalan seyirciler de domino taşları gibi dökülecek.

Richard LaGravenese (Yönetmen ve senaryo yazarı): Konuşmanızı kağıda yazarak sahneye kitap gibi çıkmayın. Ufak notlar alarak daha çok doğaçlama yapmaya çalışın. O notlar zihninizde kıvılcımlar çaktırarak seyirciyi eğlendirecek hikayeler üretmenize yardımcı olacak. Böylece sahne heyecanı da duymazsınız.

Bob Kerrey (Eski Nebraska Valisi): Konuşmanız sırasında çok fazla kaptırmayın. Aralarda duraklayın yoksa seyirciler aceleniz olduğunu düşünerek onları ciddiye almadığınızı sanabilir.

Jack LaLanne (92 yaşındaki fitness gurusu): Bir konuya çok inanıyorsanız o zaman onu seyirciyi canlı tutarak ve inandırıcı aktarabilirsiniz. Mutlaka inandığınız ve içinizden gelerek konuşmalısınız.

Dick Rudder (Baker & McKenzie Hukuk Bürosu avukatı): Konuşmalarımda yasaların teknik kısımlarından bahsetmek zorundayım ve bu son derece sıkıcı. Bunların arasından sıyrılarak sık sık seyircinin arasına karışıp onlara sorular yönelterek atmosferi kaynatmaya çalışırım. Bunu yapabilirseniz odanın dinamiği değişir. Ama sakın sabah saatlerinde şaka yapmayın. Çünkü henüz yeterli kafeini almadıkları için bunu kaldıramayabilirler.

Kate White (Cosmopolitan Genel Yayın Yönetmeni): Konuşmanıza birleştirici bir teması olan etkileyici bir hikayeyle başlayın.

Tom Peders (Tom Peders şirketinin kurucusu): Ne zaman insanların karşısında bir konuşmaya başlasam John F. Kennedy'nin "Dünyayı değiştirecek şeyler söylemeyeceksiniz, çenenizi kapalı tutun" lafını hatırlarım.

Bilgiyi Yönetmek


Bilgiyi yönetmek günümüzde o kadar önemlidir ki, sadece bankaların fiziksel olarak aslında parayı değil para bilgisini yönettiklerini ve mülkiyet kavramının belki de yeni baştan tanımlanması gerektiğini düşünüyorum. Ama benim asıl vurgulamak istediğim yöneticilerin yaklaşımı ile ilgili kime ait olduğunu bilmediğim şu söz : “Bir işi yönetmek bir işin gelecegini yönetmektir. Bir işin gelecegini yönetmek ise bilgiyi yönetmektir.”

16 Ağustos 2007 Perşembe

Teknoloji, nereye kadar ?

Şimdi okuyacağınız dört cümleyle ilk defa karşılaşıyorsunuz. Sarsılmaya hazır olun. Çünki İngiliz yazar Jason Graham Bellard’ın cümleleri dört tokattan farksız.

Cümle 1: “İnsanın tüm hayatını kariyer plânlaması adı altında kesen, biçen kurgulayan şirketler var.”

Cümle 2: “Artık dünya insanın yaşama alanı değil. İnsan, teknolojinin fethettiği dünyanın besin kaynağı, sabah kahvaltısı, öğlen, akşam yemeği.”

Cümle 3: “İnsan iyi cilâlanmış, güzel kokan bir yemden ibaret.”

Cümle 4: “İnsan, modern dünyanın gelişebilmesi adına ömrünü verecek bir yakıt maddesi.”

Şimdi de İtalyan düşünür İtalo Svevo’nun tespitine göz atıyoruz. Svevo da olanca sertliğiyle ve irkilterek bağırıyor: “İnsanlığın yarısı bu dünyada yaşamak için bulunuyor. Diğer yarısı ise başkalarının yaşayışına hizmet etmek için.”