25 Aralık 2008 Perşembe

Kurum Kültürü ve Liderlik...


Benim askerî liseden amirim, daha sonra da tümgeneralliğe kadar yükselip emekli olan bir komutanımla bir ara buluştuk. Güneydoğu’dayken bir gün pusuya düşüyorlar. Çukur bir yerde, oldukça kötü durumdalar ve yukarıdan mermi yağıyor. İlerideki bir taşın arkasında bir asker var, o ateş etmeye başlarsa ekip de ateş edebilecek; fakat iki aylık bir asker, acemi bir genç ve titriyor.
Subay ve astsubay bağırıyorlar: “Oğlum ateş et”. Çocuğun ilk çatışması, onları duymuyor bile. Albay fırlıyor, askerin yanına koşup sipere yatıyor. Ve çocuğu dürtüyor, er sapsarı bir yüzle dönüyor, komutanı yanında görünce iyice korkuyor.
– Oğlum, senin adın ne?
– ...?
– İlk ateşte, buraya doğru koşarken ateş etmiştin değil mi?
Çocuk biraz duraksıyor ve “Evet komutanım” diyor.
– Oğlum, benim yanımdaki astsubayım dürbünle tepeyi gözlüyordu, biraz önce Kannaslı [1] bir PKK’lının senin ateşinle vurulduğunu gördü. Eğer sen onu vurmasaydın o beni vuracaktı. Nerelisin sen oğlum?
– İzmir.
– Bu çatışmanın çok daha kötülerini gördüm, merak etme buradan sağ çıkacağız. Dönüşte benim odaya gideceğiz ve sen, anne babanı arayıp telefonu bana vereceksin. Ben, onlara “Öyle bir yiğit yetiştirmişsiniz ki benim hayatımı kurtardı, Allah sizden razı olsun” diyeceğim, sağ ol evladım.
Mehmetçik kafasını çıkarıp komutanıyla beraber ateş etmeye başlar, ardından da arkadaki ekip. O gün, hep beraber oradan kurtulurlar. Birliğe gidince çocuk, komutanın odasına gider ve beraberce İzmir’i ararlar. Telefonda konuşurken anne, baba, çocuk ve komutan beraberce ağlarlar.
“Şerif, görevim süresince bu çocuk benim en güvenilir, en kahraman askerim oldu” dedi paşa.
Ekip lideri olarak kurumdaki tüm gençlerin kahraman mı, korkak mı olacağını sizin tutumunuz belirler. Güvenirseniz güvenilirsiniz, azarlayıp durursanız korkulursunuz.
Korku kültürü olan yerde sadakat, sevgi ve güven olmaz.
2001’deki krizde, İzmir’deki büyük bir gıda firması… Ceo, işçilere “Arkadaşlar, kriz nedeniyle maaşlarınıza zam yapamıyoruz. Burası bizim ekmek teknemiz, ne yapalım, ayakta kalmak ve çocuklarımızın geleceği için buna mecburuz” diyor. İşçiler “Tamam” diyorlar, aynı şevkle çalışmaya devam. Bir süre sonra bu Ceo’ya 600.000 YTL’lik zırhlı bir Mercedes makam aracı alınıyor. Şirket patronunun oğlu da, orada burada “Adamın maaşı 70.000 YTL kardeşim, bırakın o çalışsın” diye konuşunca, orta kademe de dâhil, o sene kimse içten çaba göstermiyor. Kurum yöneticileri o seneki verim düşüşünü sürüyle faktörde arayıp durdular, “krizden oldu” dediler. Krizden olmadı, makam aracından oldu.
Dışarıda kriz var, sen iyisin, korkma.
Dışarısı mükemmel, kurumun içinde yönetim krizi var, batarsın.
O Ceo’nun İK gazetelerinde röportajlarını gülümseyerek okudum; Batılı liderlik gurularından, yönetim teorilerinden, kendi yelkencilik deneyimlerinden bahsediyordu. Yeni yetme gazeteci de ağzı açık dinliyordu.
İskoçlar der ki “Çocuklar dudaklarınızı değil, ayaklarınızı takip ederler”.
Sistem Lideri, içeride güven ortamı oluşturur.
Kurum kültürünüzü oluştururken iki tercihten birini yaparsınız ya sevgi, sorumluluk, iletişim üzerine ya da korku, disiplin, gizlilik üzerine kültür oluşturursunuz.
Kurum kültürünüzü yaratan; davranışlarınızdır, ekibe anlattığınız teoriler değil.
Geçmişte, Hyundai’de staj yapan bir öğrencim anlatmıştı: Bir işçinin getirdiği yenilik nedeniyle, o dönemki yaşlıca genel müdür (çok mütevazı bir adam; hiç öyle ciks, havalı giyinen, jöleli bir tip değil) iniyor üretim bantlarına, işçiyi buluyor, sarılıp teşekkür ediyor. Yönetici gidince orta yaşlı işçi ağlamaya başlıyor. Stajyer yanına gidip niye ağladığını sorunca, işçi “Bu hayatımda aldığım en büyük hediyeydi” diyor.
Size hep karizma anlattılar değil mi? İmaj yapın falan... Anadolu’da derler ki “Tavuğum güzel olsun, yumurta vermesin”, tam o hesap. Karizma, kitap kapağı gibidir. Kapağa bakarsın, süper. İçini açarsın, boş. Atarsın bir kenara.
Bir dönem, İzmir’in en büyük hipermarketlerinden birine, İngiltere’de yüksek lisansını yapmış, havalı bir Türk genel müdür gelmişti. Bir çalışan, adamın davranışlarından huylanıp araştırınca, genel müdürün aslında lise mezunu olduğu, sahte diplomayla yöneticileri kandırdığı anlaşılmıştı da kamuoyunun haberi bile olmamıştı (şu ana dek).
Siz kâra falan odaklanmayın; çalışan mutluluğuna, onların gelecek garantisine, performanslarının önündeki engellere odaklanın, gerisi gelir.
Yıl 2006… Aksigorta Genel Müdürü Ragıp Yergin, sabahleyin Ege Bölge Müdürü Birol Balaylar’la bir telefon görüşmesi yapar. Bölge müdürünün sesi biraz yorgun geliyordur. Öğleden sonra Birol Bey’in kapısı çalınır. Genel Müdür, İstanbul’dan ziyarete gelmiş. Tüm çalışanlar, o gün beraber ufak bir yemek yer. Görüşmelerden, bir iki çay içildikten sonra, Genel Müdür akşam döner. Aksigorta, 2007 rakamlarına göre sektörün en kârlı kuruluşu. Siz kâra değil, çalışan mutluluğuna odaklanın.
Burada; hiç veri yönetmeyin, teknik düşünmeyin, finansı kenara koyun demiyorum. Önceliği neye vereceğinize karar verin.
Honda Antalya Şenoğlu Otomotiv’in başında Orhan Şenoğlu var. Gençliğinde seyyar arabada kaset satarken, bugün, son derece başarılı bir işadamı. Çalışanları için haftada iki kez psikolog getiriyor. Çalışanların alacağı eğitimi gidip bir yıl önceden kendisi alıyor ki onlara örnek olabilsin. Firmaya girdiğiniz an, içeride o örnek havayı hissediyorsunuz.
Güveni yönetme konusunda iki kurumsal örnek önemli. 2001’deki global krizde, Türkiye’de iki firma gazetelere ilan verdi: Yeşim Tekstil ve Unilever. İK gazetelerinde işçilerinin bir bölümünün isim listesini yayınladılar: “Listedeki işçiler iyi çalışanlarımızdır, kriz nedeniyle işten çıkarmak zorundayız fakat hiçbirine iş bulmadan işten çıkarma yapmayacağız”. Hepsine iş buldular, tazminatlarını ödeyip öyle çıkardılar. Geride kalanlar “Bu kurum bizi satmaz” diye düşündüler ve inandılar.
Bugün, turizm sektöründeki en büyük dertlerden biri, eleman değişim hızı. Hangi otelle konuşsanız işçiler geçici, dönemlik çalışıyorlar ve onların dışındaki personel de devamlı otel değiştiriyor. Hele Antalya’yı göz önüne aldığımızda çok sayıda otel var (ki şu an sektördeki yatak sayısı ihtiyacın çok üzerinde). Personel, her sene bir otel değiştiriyor, patronların hepsi kalıcılık olamadığından şikâyetçi. “Maalesef sektör böyle, yapılacak bir şey yok!” diyorlar. Öte yanda, Antalya’daki Barut Otelleri’ndeki eleman değişim hızı % 3,5.
Nasıl yapıyorlar peki?
Çalışanı sonuna kadar sahipleniyorlar, sektörün biraz üzerinde bir ödeme yapıyorlar, doğru dürüst çalışma koşulları sağlayıp çalışanlarına eğitim yatırımı yapıyorlar.
En önemlisi ise çalışanlarının kurumlarına güven duymasını sağlıyorlar. Güvenilir yerde olmak, hele böyle bir ülkede çalışanlar için belki de her şeyden önemlidir.
Karaman’da, Bifa’da bir gün, bir işçi, kucağında bisküvi kolileri varken merdivenlerde patron Necati Babaoğlu’yla karşılaşır. Patronu karşısında görünce duvara yapışır ve yol verir, patron da duvara yapışır.
– Buyur geç.
– Olmaz Necati Bey, siz geçin.
– Olur mu, sen iş yapıyorsun, ben geziniyorum, sen geç!
– Hayatta olmaz, siz geçin.
Karşılıklı yalvar yakar… İşçi kardeş zorla geçer. Tüm işçiler birbirlerine bunu anlatırlar. Bifa’ya gittiğinizde, her yerde tevazu görürsünüz.
Oysa patronların çoğu, asıl işlerinin yanında “küçük dağ imalatı” işine de girerler, çok havalı iştir.
2006 yılında, emekli koramiral Atilla Kıyat ve bir ekiple PİRİREİS Gemisi’nde yemek yedik. Orada şunu anlattı: Görev yaptığı gemiye “Gemi yola çıkmasın” diye bir telgraf gelir; görevli asker telgrafı Teğmen Atilla Kıyat’a vermeyi unutur, gemi yola çıkar. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı olayın sorumlusunu arar ve aslında, asker suçlu olmasına rağmen, talimatnameye göre teğmene ceza verilmesi kararlaştırılır. Bu ceza, genç subayın kurmaylığını ve ilerideki tüm sicilini etkileyecektir. Gemi komutanı Albay Orhan, genç teğmenin olayda bir suçunun olmadığını bilmektedir ve komutanlığa bir yazı gönderir: “Talimatnameye göre iki römorkör olmadan limana girilmez. Ben hep römorksuz giriyorum, bundan sonra limana giremem. Talimatnameye göre 10 atış astsubayı olmadan atışa gidilemez. Bende üç atış astsubayı var, bundan sonraki atışlara katılamam, talimatnameye göre…”. Bir süre sonra, komutanlıktan cezanın iptali gelir. Albay Orhan, genç teğmenin alacağı ceza için kendini riske sokmayabilir, görmemezlikten gelebilirdi ama ekibindeki arkadaşının sonuna kadar arkasında durdu. Orhan Serim de, Atilla Kıyat da ileride sağlam birer general olurlar.
Siz ekibinize güvenin ve onların güvenini kazanın.
Eğer liderlik yapacaksanız ve iş hayatında başarı bekliyorsanız kilit formüllerden biridir bu.
Size içten bir bilgi: Güvenilirliği okuyarak kazanamazsınız, bunu size hayatınızdaki iyi örnekler ve aileniz kazandırır.
________________________________________
Ahmet Şerif İzgören'in Moks, Başarıya Giden Yol "Türkiye ve Dünyadan Yüzlerce Uygulama Örneği" adlı kitabından.(Elma Yayınevi, Kasım 2008. www.elmayayinevi.com)

Hiç yorum yok: